1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. Atmacacı Davut
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

Atmacacı Davut

A+A-

Yıllar önce köyümüzde bir Davut Amca vardı. Atmaca avını çok severdi. O kadar severdi ki, “atmaca” sohbeti geçince, köyde, herkesin aklına Davut Amca gelirdi. Ağustos ayı gelince siz onu Kerem’den daha mecnun, Ferhat’tan daha şaşkın görürdünüz. Konuşurken, yerken, içerken hep gökyüzüne bakar, “uşaklar, bugün de kanat oynamadı,” derdi. Bu deyiş, o gün, bir göçmen kuş olan atmacanın gökyüzünden hiç geçmediğini anlatmak içindi.
Davut Amca gerçekten bir atmaca aşığı idi. Öyle ki, ağustos ve eylül aylarında yemekten kesilir, zayıflardı. Zaten bu iki ay ömrü hep dağlarda “tenta” denilen kulübelerde geçerdi. Bu aylar çay mevsimi olduğu için evden sitemler yer ama, bu sitemlere pek aldırmazdı. Atmaca avı için dağa çıkamadığı gün olursa, “Bugün pek kanat oynamadı” derdi. Derdi ama buna itiraz edenlere de, “Ne yapayım uşağum, kendimi böyle teselli ediyorum” diye cevap verirdi. Atmaca gününde dağa çıkamamak demek, Davut Amca için o günü cehennemde geçirmek demekti.
Bütün konuşmalarını, deyişlerini, hikayelerini, fıkralarını... Hep atmaca süslerdi. Evinin her yerinde atmaca pisliğini görmek mümkündü. Atmacanın çıngırağı, çakşırı (ayakbağı), ipi, ağı her mevsim hazır olurdu. Atmacayla yatar, atmacayla kalkardı. Atmaca sevgisi olmayanlara bir türlü akıl erdiremez, “Bunlar, dünyada yaşamayı bilmiyorlar” derdi. Av yerini terk edip peynir ekmek yerken, gökyüzünden süzülen bir atmaca görmüş, “Ulan Davut geberecek miydin yemeseydin, zehir yeseydin keşke!..” diye kendini bir eleştirmesi vardı ki, başından geçen bu olayı hatırlatırlar ve her defasında da zehir zemberek aynı cevabı alırlardı.
Aslında köyde onun adı Atmaca Davut’tu.
Vasiyeti, “Bir tepenin üzerinde gömülmek ve oradan geçen atmacaları mezardan seyretmek, çocukları tarafından, evinde atmaca müştemilatının saklanması, ağustos ayında dağa atmaca yakalamaya çıkanların onu hatırlamaları (yoksa mezarı yanar) ve kim doğadan “Bozkara” (Atmacanın en kıymetli cinsi) yakalarsa onunla, mezarının başına gidip orada, atmacaya bir “kanat vurdurma”ları olmuştur. Halen “Atmaca Davut”un vasiyetine, bu işi yapanlar yerine getirmeye çalışır.
“Atmaca Davut”un bütün dünyası (yetmiş yıllık ömür) evi ile dağ arasında geçti. Onun mutluluğu, atmacanın kanadında saklıydı. Atmaca kanat çırptıkça, Davut umutlu olur, kendinden geçerdi. O, aşkını hayatına kazıyarak göçtü dünyadan, neyi sevdiyse, onu ebedileştirmeye çalıştı. Dünya umurunda değildi. Bütün dünyayı sıfır noktasından geçirerek atmacayı diriltmişti.
Dünyalık ne varsa, bir sıfır noktasından geçirmeden mi “ilahi aşkı” tadabileceğimizi sanıyoruz? Aşk dünyadan (gönül olarak) kaçanlara sunulan bir varoluş nimetidir.
Davut Amca, bütün sesleri atmaca sesine benzetirdi. Gökte sinek uçarken bile, atmaca geçiyor diye yerinden fırlardı.
Hz. Mevlana bir gün, alemleri seyretmek için, hocası Şems’ten ricada bulunur. Şems de, Cenab-ı Hakk’ın hikmetlerini (O’nun izniyle) Mevlana’ya gösterir. Mevlana der ki: “Birden bire timsah oluvermiştik. Timsahın gözlerinden deryaları seyretmiştim. Birden hayretler içerisinde kalmıştım, çünkü timsahın gözünde deryanın bir bardak su kadar küçüldüğünü bilmiyordum.”
Her varlık, kendi yaratılışı kadar Adem’i seyreder. Herkes ve her şey yaratılış sırrına (fıtrat) uyarsa sonsuzu yakalar. Bütün mahlukatla bütünleşebilmek, hikmeti anlıyor olmak anlamına gelebilir. Allah’a yaklaşanlar, O’nun her yerde hazır ve nazır olduğunu bilenler, kudretini, herhangi bir eşyanın veya varlığın bir noktasından seyredebilirler.
Davut Amca hiç okula gitmemişti, ama atmacacılık ilminin piriydi, çünkü onu hayat edinmişti. Allah’ı hayatının her zerresinde hissetmeyen, O’nu “izm”lerin kıskacına sokmaya çalışan ve kendi “akl”ını ilahlaştırarak bir dünya kuranların (uygarlık), insanlığı mutlu edebileceğine inanmak, tarihe, peygamberlere ve Allah’a iftiradır. Hangi müfterinin abad olduğu görülmüştür.
Şems, Mevlana’ya bir şey daha söylemişti: “Gittiğim yerlerde hep -hâşâ- Allah’lık davasında olanlara rastladım, hiç kul olana rastlamadım. İlk defa bir kula rastlıyorum; o da sensin.” Mevlana’nın büyüklüğü kulluğundaydı.
Davut Amca bir atmaca uğruna dünyayı boşayabilmişti de, bizler Allah adına bir öğün yemeğimizden bile vaz geçmiyorsak!.. Satırlardaki sözlere kendimizi kaptırıyoruz da sadırlardaki (gönül) sözleri hiç duyamıyorsak!..
Bir oturuşta bin doğru söz ederiz de, bir tane doğru davranışta bulunmuyorsak!.. “Yalancı” olmaz mıyız!
İnsan mazeret uydurmayı çok sever. Mazeret uyduramazsa, kendisiyle yüzleşmekten korkar. Başarılarımız gurur, başarısızlıklarımız kaçış tesellileri doğuruyorsa, kendimizle yüzleşmeyi hep erteliyoruz demektir. Davut Amca dağa çıkamadığı günü, “Bugün kanat oynamadı” diyerek kendini teselli ediyor, o günün gerçeğinden kaçarak kendisiyle yüzleşmekten nasıl korkuyordu ise, mutluluklarımızı ertelediğimiz zaman, bizler de başka mutsuz sözlere sığınıyorsak, “hayatı anlamamışız demektir.”
Aslında hepimizin mutluluğu basit gerçeklerimizdedir.
Yeteneğimiz ne ise, o yeteneği veren adına onu kullanmak. Eğitim de bu değil midir?
Atmacacı Davut, köyümüzün efsaneleşmiş bir kahramanıdır. Onun kahramanlığı, atmacayı canından ve malından çok sevmesinde yatmaktadır. Peki, sen, ben hepimiz... Allah sevgisinde kahramanların diyarına geçebiliyor muyuz? Sevgili Peygamberimiz ne güzel der: “Kişi, sevdiğiyle beraberdir” diye.
Yarın herkes sevgilisiyle beraber olacak. Dileyen, dilediğini sevebilir!..

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
11 Yorum