1. HABERLER

  2. YÖREDEN HABER

  3. RİZE

  4. Pazar'ın Doktor Remzi'sinden ilginç anılar
Pazar'ın Doktor Remzi'sinden ilginç anılar

Pazar'ın Doktor Remzi'sinden ilginç anılar

Pazarda yıllarca doktorluk yapan Dr. Remzi Aydın, Ankara'da hemşerilerine hayatını anlatırken, Pazar'ın tarihinden de bir yaprak açtı. İşte o ilginç sohbet:

A+A-

Pazarda yıllarca doktorluk yapan Dr. Remzi Aydın Çamlıhemşin - Hemşin Vakfı (ÇAHEV) tarafından düzenlenen; ‘Değerlerimizi anıyoruz, değerlerimizle buluşuyoruz’ toplantısında hemşerileri ile buluştu.

remz1.jpg

Yöneticiliğini Veysel Atacan’ın yaptığı toplantı, Vakıf Başkanı Prof. Ali ihsan Arol’un açılış konuşmasıyla başladı. 

remz2.jpg

Dr. Remzi Aydın’ın çocuklarından oluşan koronun seslendirdiği Türk sanat müziği eserleri davetlilere keyifli anlar yaşattı.

Ailenin gelini Dr. Ayten Aydın tarafından bastırılarak kendisine sürpriz olarak taktım edilen Dr. Remzi Aydın’ın şiirlerinden oluşan kitap hem kendisi hem de davetlilere duygulu anlar yaşattı.

remz3.jpg

Toplantıda hayatından kesitler sunan Dr. Remzi Aydın adeta tarihin yapraklarını yeniden açtı.

Dr. Remzi Aydın'ın konuşmasını orjinal metnine dokunmadan aynen yayınlıyoruz:

Muhterem Hanımefendiler, Muhterem Beyefendiler, Doğu Karadeniz’in kadirşinas insanları, uzaktan ve yakından teşrif eden sevgili kardeşlerim. Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlarım…
     Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Bendenizi çok mutlu ettiniz, var olun, sağ olun. Hemşin – Çamlı Hemşin derneğinin tertib ettiği bu güzide toplantı, benim kanımca, Sevgili hemşehrilerimle bir özlem giderme toplantısı, belki de bir veda toplantısıdır, hayat bu, hepimize her şey olabilir, yüce Tanrı geçinden versin…
     Toplantıyı tertip eden değerli kardeşlerime; Sayın Prof. Dr. Ali İhsan Arol beye, kardeşlerim: Veysel Atacan’a, Ali Kemal Karahan’a, Oğlum Dr. Necdet Aydın’a ve hepinize teşekkür eder, en derin saygılarımı sunarım. Var olsunlar, sağ olsunlar…
     Bendeniz Dr. A. Remzi Aydın. Hemşin Hilal köyündenim. Nüfus kaydıma göre doğum tarihim: 15.10.1929 dur. Ama ne yazık ki bu tarih doğru değildir. O tarihlerde rahmetli büyük Atatürk ve değerli arkadaşları, 4 yıl devam eden yıkıcı cihan harbi ve yokluk içinde kazanılan İstiklal savaşından sonra, Türkiye Cumhuriyetini yeni kurmuşlar. Memleket yokluk içinde, etrafımız düşmanlarla dolu. Yüzbinlerce gencimiz şehit olmuş. Ülkede yol yok, iş sahası ve sanayi yok. Bizim eli silah tutanlar da hep gurbette iş peşinde. !
     Nüfus memurluğu 30 km mesafede, Pazarda kim gidecek, nüfusa kaydettirecek. Seneler geçiyor, Hemşin ilkokuluna kaydolacağım, Nüfus cüzdanım yok. Rahmetli Ali dedem, cami kapıda otururken köyün dere karşısındaki mahalleden rahmetli Enver ağabey Pazara gidiyor. Dedem de ona, nüfus kaydımı yaptırıp cüzdanımı getirmesini söylüyor. Dedem, Enver ağabey ve nüfus memuru, doğum tarihimi bilmedikleri için, tahmini olarak: Ekim 1929 tarihi olarak cüzdanımı veriyor. Ama bu tarih doğru değil. 1929 doğumlu ablam vardı, rahmetli oldu. Ondan sonra 6-7 ay geçe, bir erkek çocuk doğuyor, 6 aylıkken ölüyor. Sonra ben doğuyorum. Tahminen 3 veya 4 yaş büyük yazılmışım. Zamanın imkânları böyle. Kader bu… !
     İLKOKULU: Hemşin ilkokulunda okudum. O tarihte, çok kaliteli öğrenci yetiştiren bir okuldu. Başöğretmen: Kemal Kaboydu, Çamlı Hemşinli idi. Çanakkaleli Nuri bey ve Artvinli Azmi bey vardı. Okul disiplinli ve çok kaliteli eğitim veriyordu. Mezun olan öğrenciler, gittikleri Ortaokul ve Liselerde çok başarılı oluyorlardı. Köyden okula 3 km ye yakın yol vardı, tabii patika yol. Hepimiz çarık giyerdik, altı delinir, ayaklarımız ıslanır, üşürdük. O tarihlerde çok kar yağardı. Kış boyunca her gün okula giderken, odun götürürdük. Kar yağınca da tatil yapılmazdı. Hocalarımız fedakarane bir gayretle, bizi çok iyi eğitirlerdi. Son senede eski hocalar gittiler. Bizim köyden: Rahmetli Osman Kalyoncu ve Bursalı Sabahattin Özşen hoca geldiler. Bizi onlar mezun ettiler. Onlar da çok değerli hocalardı.!
     Mezun olduktan sonra: Pazar Ortaokuluna kaydoldum. Pazara da yol yoktu. Patika yoldan 6-6. 5 saatte yaya gidiyorduk. İkinci Dünya Harbi yılları. Türkiye haran savaşa girebilirdi, çok büyük bir ordu eğitilip silahaltında tutulurdu. Alman ve Rus uçaklarının havada çarpışmalarını görüyor, korkuyorduk. Bir Alman uçağı, Pazarın ilerisinde denize düştü. Her şey karne ile idi! Kalacak doğru dürüst yer bulamıyorduk. Banyo, su, hela işi çok kıttı. Elektrik yoktu, geceleri 5 numara gaz lambası ile 4-5 kişi ders çalışırdık. Peynir, zeytin, köyden gelen süzme ile doymak zorunda idik. Sıcak yemek bulamazdık. Yarı açtık.
     Orta Okulda, Meşhur müdürümüz: Hüsnü Şarman’dı. Fizik – Kimyaya gelirdi. Çok sıkı çalıştırır. İyi öğretirdi. Tarih hocamız: Şükran Kaybaydı. Çok güzel ders anlatırdı. Müdür muavini ve Resim hocamız: Ahmet Uzelli idi. Bize resim yapmayı o öğretti. Beni çok beğenirdi, hep iyi not alırdım. Çok çalışıp başarılı olurduk. İftihara geçmiştim. Sonra vekil hocalar geldi. Türkçeye, Önceden: Enis Alptekin geldi. Beni çok seviyordu. Akraba idik. Şiir yazıyordu. Resim hocamız bana: İstanbul’a git, güzel sanatlar akademisine gir demişti. Ama oraya gidemezdim. Kalacak yerim yoktu. Maddi imkanım yoktu…!
     1944de ortaokul 2.sınıfta iken, okul arkadaşımız, Hemşinli Yaşar Haberal’ın bir oğlu olduğunu işittik. Gidip tebrik ettik. Doğan; ilerde çok büyük başarılara imza atacak olan Dr. Mehmet Haberal’dı. İlerde birçok ilklere imza atacağını, böbrek ve karaciğer nakli sahasında dünya çapında olacağını bilemezdik. Onun başarılarından hepimiz gurur duyduk.
     Ben Pazara, Ortaokula başlayıncaya kadar hiç ayakkabı giymemiştim. Denizi ilk defa görüyordum. İlk hastalığa Pazarda yakalandım. Zehirli sıtma olmuştum. Ateşler içinde pencereden atlayacak iken bizden bir sene önde olan: Rahmetli Mehmet Karagöl ağabey beni tutuyor, yatırıyor! Ertesi gün Dr. Adil beye gittik, sıtma oldun dedi. Atebrin verdi, bir hafta yattım. İyi oldum. Ertesi sene gene sıtma oldum. Bir hafta yattım. 1945de ortaokul bitti.
     Rahmetli Lütfi amcam Ankara’da Özen Pastahanesinde çalışıyordu. Ona mektup yazdık. Onun yanına Ankara’ya gittim. Sonra rahmetli yengem de çocuklarla Ankara’ya geldiler.
     ANKARADA: ATATÜRK LİSESİNE kaydoldum. Ankara’da üç lise vardı. Hepsi de kaliteli öğrenciler yetiştiriyorlardı. Lisenin mevcudu: 2,500 öğrenci idi. Eğitim çok ciddi ve kaliteli idi. Müdür: İhsan Üngüt idi. Hocaların hepsi deneyimli, çok gayretli idiler. Gece gündüz ders çalışırdık. İhtiyaçlarımı amcama duyuramazdım. Yıllarca parasız pulsuz okula gidip geldim. Amcam beni okutmaya mecbur değildi. O da bir işçi idi. Babam yaşlı ve köyde idi. Otobüs, simit param olmazdı, öğleyin bir şey yiyemezdim. Tabi buluğ ve gelişme çağında idim, ama bu şartlarda çok zayıftım. Ağabeyimden de pek yardım alamıyordum, gerekli kitap, defter, kalem gibi basit şeyleri alamıyordum, öğle yemeğim hiç yoktu. Çok defa okulu bırakıp bir iş bulmayı defalarca düşündüm.
     Bazen yaz tatillerinde köye gidip bir iki ay kalıyor, kendime geliyordum. Sonra okul zamanı Ankara’ya dönüyordum. Köyden Ankara’ya 6 günde gidiliyordu. Gemi ile Samsuna oradan trenle Ankara’ya gidilirdi. Özel ders alma imkânım yoktu. Lise zorluk içinde bitti.
ÜNİVERSİTE YILLARIM
Üniversite olarak : SİYASAL BİLGİLERİ VE TIP FAKÜLTESİNİ İSTİYORDUM!!.
     SİYASAL BİLGİLER, o tarihte 4 dersten : Türkçe, Matematik, Yabancı dil, Fizik-Kimya dan yazılı imtihanla öğrenci alıyordu. 150 kişi burslu, 150 kişi de burssuz öğrenci alıyordu. Ben maddi durumum icabı mutlaka burslu imtihanı kazanmak istiyordum! Çok çalıştım: 8000 öğrenci imtihana girdik. Ben 165. Oldum! Burslu kazanamamıştım. Çok üzüldüm, ağladım. Burssuz olunca, ANKARA TIP FAKÜLTESİNE müracaat ettim. Lise mezuniyet derecelerine göre kabul edilip kaydımı yaptırdım. O sene Tıp fakültesine ben, Mustafa Şimşek, Nazmi Reyhan arkadaşlarımla girdik. Tabii çok uzun, zor, yorucu ve masraflı bir fakülte idi. Benim maddi zorluklarım daha uzun seneler devam edecekti. Üzgündüm.!
     O yıllarda Rizeli bir mühendis (Sami bey), Zeki Tez ağabey ve arkadaşları Rizeli üniversite talebelerine yardım derneği kurmuşlar. 1950 seçim arifesi. Halk evinde genel kurul toplantısı yapıldı. Münakaşalar oldu. Rahmetli Tevfik İleri o sıralar Samsunda karayolları genel müdürü imiş. Demokrat partiden milletvekili olmak için istifa edip Ankara’ya gelmişti. Derneğin halkevindeki toplantısına gelmişti. İlk defa görüyorduk. O da konuşma yaptı. Seçimi kazandı. Rahmetli Menderesin ilk kabilesinde: Bayındırlık bakanı oldu. Tevfik İleri: orta boyda, hafif şişman, çok yakışıklı, güler yüzlü, iyi eğitim görmüş bir hemşerimizdi. Babası hafız Celal amca her sene 1-2 defa bizim köye gelip akrabamızın en yaşlısı(95) Mehmet amcada bir gece kalmaya giderdi. Akıllı bir insandı. Onun gibi şık giyinen kimse yoktu.
     Dernek bize her ay 35er lira harçlık verirdi. Bu para hepimiz için büyük para idi. 2-3 sene devam etti. Allah razı olsun.
     TIP TAHSİLİ: 6 sene devam eden, yeni bir konuyu: İNSANIN ANATOMİK YAPISINI, PATOLOJİSİNİ, HİSTOLOJİSİNİ, BİNLERCE HASTALIĞINI TEŞHİS VE TEDAVİSİNİ ÖĞRETEN, UZUN, ZOR VE MASRAFLI BİR EĞİTİM SÜRECİDİR. Her şey bizim için yeni ve çok önemlidir. En zor ve gerekli bir tahsildir. Çok çok çalışmak gereklidir. Dünyaya on defa gelsem gene tıp tahsili yaparım. İmkan bulursam AKADEMİSYEN OLURDUM!
     İlkokul, orta okul, lise ve üniversite yıllarımda imkan bulursam yazları köye giderdim. 15 sene yengemle, ablamla yazları: mezrada, yaylada inek çobanlığı yaptım. Bu da ayrı bir işti.
Tıp fakültesinde birinci sınıfa: F.K.B. deniyor. Yani: Fizik, Kimya, Biyoloji dersleri okunuyor. Ama fen fakültesinin hocaları veriyor. Kendi programları uygulanıyor, çok zor ve etraflı. Kitap yok. Not tutmak gerekiyor. İlk zamanlar bir öğrencinin bir sene önce tuttuğu çok güzel kimya defterini satmaya getirmişti, 15 lira idi , 1 liram vardı alamadım. Başkası aldı çok üzülmüştüm. Uzun tıp tahsili boyunca maddi zorluklarım hep devam etti. Büyük sıkıntılar çektim. Kaç defa fakülteyi bırakmayı düşündüm, olmadı. O ara rahmetli annemi kaybetmiştim. Bunca emeğine karşı bir mendil bile alamamıştım. Allah rahmet eylesin, onun acısını yıllarca unutamadım. UNUTAMAM.
     Uzun, zor, yorucu bir tahsili her anını maddi zorluklar içinde yaşayarak mezun olmuştum. Arkadaşlarıma gıpta ediyordum. Arabası olanlar bile vardı. Ben simit almakta zorlanıyordum, kaderin cilvesi bu!
     İyi bir hekim olmak için, mutlaka mezun olduktan sonra iyi bir branşta 4 sene daha çalışıp ihtisas yapmak şarttır. Hocaların, Doçentlerin, Uzmanların yanında her türlü hastayı görüp, teşhis için neler yapıldığını görmek, tetkik ve tedavi yöntemlerini iyice öğrenmek şarttır!
     Bizim zamanımızda, tam teşekküllü İstanbul Tıp Fakültesi vardı. 1950 lerde Ankara Tıp Fakültesi kuruldu. Ama çok eksiği vardı.4-5 yere gidiyorduk.
     Bizim sınıf 350 kişilikti. Hakikatten her yerden seçilip gelmiş, zeki, varlıklı, çalışkan arkadaşlarımız çoktu. Tabi mezun olan her arkadaş klinik direktörlerini ziyaret edip ihtisas imkanı arıyorlardı. Hocaların kendi çocukları da vardı, onlar daha şanslı idiler.! Ayrıca başka fakülte hocalarının çocukları da bize göre tercih ediliyorlardı. Bir de iktidardaki hükumetin bakan çocukları da şanslı idiler. Ben de dahiliye ihtisası istiyordum. 1. Ve 2. Dahiliye hocalarımız gerek derslerde gerek vize imtihanlarında, gerek iki dahiliyede yaptığımız 2 şer aylık staj esnasında bizi defalarca görmüşlerdi. Ben 1 ve 2. Dâhiliyenin hocalarına ayrı ayrı müracaat edip ihtisas için ricada bulundum! Koca sınıftan mezun olan pek çok arkadaşım da tabi müracaat etmişlerdi. Hocalar kadro yok deyip kapıdan hepimizi geri çevirdiler. Çok üzüldüm. Hakikaten kadro hiçbir zaman olmazdı.
     Sonra dayımın oğlu ve halamın oğlu (ablalarımın kocaları) ısrarı ile 1954 seçiminde gene seçilen, bu defa da milli eğitim bakanı olan rahmetli Tevfik İleriye gittik. Kendimi tanıttım. Rahmetli babası senede ik defa köye gelir amcamızın evinde 1-2 gün kalıp giderdi. Akraba olduklarını sanıyordum. Rahmetli Tevfik İleri bizi çok iyi karşıladı. Zorluklar içinde fakülteyi bitirdiğimiz o da biliyordu. Tıp fakültesinde iç hastalıkları ihtisası yapmak istediğimi söyledim. Çok memnun oldu. İlgileneceğini söyledi, isim ve telefon aldı. Bizim hoca ile maarif vekili iken görüştü. Hocamız söz verdi. Müracaat ettim kaydım yapıldı. Biyo kimyadan geçici kadro nakledildi, o kadroyla başladım. Fahri idim. Beni aldıkları ücretsiz kadro idi. Maddi sıkıntım gene devam edecekti. (Aslında o kadro hocası vekâlet emrine alınmış olan Biyo kimyadandı oranın hocası dekandı, bir işten dolayı vekalet emrine alınmıştı. O kadro yüzünden ihtisasım rezil oldu. Az kalsın ihtisası bırakıp ayrılacaktım. Bizim hoca beni çok üzdü, her gün bana işkence ediyordu, neredeyse ayrılacaktım. Prof. Bekir hoca yardımcı oldu. İhtisası tamamladım. İmtihanımı başarı ile verdim, Klinikten ayrıldım, klinik çalışmalarım çok verimli ve başarılı olmuştu. Bilhassa Prof. Dr. Zafer Paykeş hocadan çok şey öğrenmiştik.
     İhtisas bitince hemen askere gittim. İyi bir yer bulup tayin olursam askerlik mani olmamalı idi.
     Yedek subaylık süresi 2 sene idi. Aslında bu çok uzun bir süre idi. Yedek subay okulu, İzmir’de, Hatay’da idi. Doktor, diş doktoru ve eczacılar beraberdik. 6. Ayı okulda eğitime ayrılmıştı. Zamanı doldurmak için hekimlikle ilgisi olmayan dersler koymuşlardı: Motor tamir dersi, Astronomi gibi. Okuldaki eğitim bitince kura çektik. Ben Ankara’da, deniz kuvvetleri karargâhında sağlık dairesini çektim. Askeri hastanelerden gelen: Askeri öğrenciler, astsubay, albaya kadar subayların heyet raporlarını okuyor, elimdeki BKT ye uyup uymadığını, teşhis ve tedavide eksiklik, yanlışlık olup olmadığını kontrol ediyordum. Sonra daire başkanımız Albay Reşit Gür tasdik ediyor, ilgili yerlere gönderiyorduk. Hasta muayene etmiyordum, deniz kuvvetleri karargâhında pratisyen bir arkadaş vardı, o muayene ediyordu. Ama arada bazı acil vakalar oldu, ben müdahale etmek zorunda kaldım. İlaçları o arkadaş yazıyordu. Zamanla ismim duyuldu, birkaç subay evine götürdü, hastalarını muayene ve tedavi ettim. Tanındım!
     Personel dairesi başkanı albay, benden önce bir ay Gülhane’de sonra bir ay da Kasımpaşa deniz hastahanesinde yatıp tetkik ve tedavi olmuş, iyi olamamış dosyasında kolon veya kc.ca ihtimali teşhisi konmuş. Ben dosyayı bizim albaya götürdüm, böyle önemli hastahanelerde ihtimali teşhisle değil, kesin teşhisle rapor gelmeli idi, yeniden başka yere sevk edelim dedim, kabul etmedi. Sonra albay raporlu iken kendi dairesini ziyarete gelmiş, fenalaşmış. Beni çağırdılar, gittim. Kendisi çok kilolu, her akşam içki içen biriymiş. Gittim gözü kapalı inliyor. Yatırıp muayene edecek yer yok. Muayene ettim. Kendisine sizde önemli bir şey yok, çok yiyorsunuz, içiyorsunuz, kilonuz çok, hiç hareket etmiyorsunuz. Araba ve asansörlerden kurtulup, bağırsaklarınızın kolay çalışması için yürümelisiniz dedim. Rejim ve 2 ilaç yazdım. Yanındakilerin ısrarı ile ilaçlarımı almış, kullanmış 15 gün sonra kendisi sağlık dairesine gelip beni kutladı, teşekkür etti. Rahatlamıştı. Bu çok büyük olay oldu. Terhisime 15 gün kala, bizim albay beni çağırtmış. Tezkere bırak, albaylığa kadar terfi edersin dedi! Şaşırdım. Ama beni hemşerilerimin çağırdığını, ben rapor okumak değil, hastaya bakmak istediğimi söyledim, özür diledim, anlayışlı davrandı!
     Terhis oldum. Ortaokuldan sınıf arkadaşım, anne tarafından da yakınım olan İsmail Mazlumoğlu bir arkadaşı ile ortak otobüs almış, beraber işletiyorlardı. Onun ısrarı ile Pazara gitmeye karar verdim. Herkese yakında dâhiliye mütehassısı getireceğini yaymışlar.
Terhis olunca İsmail Bey otobüsü ile eve geldiler. Ben gitmeden evin ve açacağım muayenehanenin eşyalarını 2-3 seferde bizden önce pazara taşıdılar. 1963 son baharında biz de gittik. Rize-Artvin arasına ilk giden dâhiliyeci bendim. İsmim çok çabuk duyuldu. Ben gitmeden Çayelili bir eczacı arkadaş gelip Pazarda ilk eczaneyi açmış. Eşine de Çayeli’nde eczahane açmışlar. Benim ismim çok çabuk duyuldu. Her gün hastalarım artıyordu. Ankara’dan giderken hazırlık yapıp teşhise yardımcı olacak ufak bir laboratuvar kurmak için gerekli malzemeleri, cihazları ve solüsyonları yanıma almıştım. Rize-Artvin arasında, acil vakalarda yardımcı olabilecek tahlilleri ihtiva eden ufak bir laboratuvar kurdum.
     Ben: Tam kan sayımı, sedimantasyon, kan formülü, kanda şeker tayını, tam idrar tahlili, kalp hastalarına E.K.G. çekilmesi gaita muayene, mide hastalarına: mide ve safra tubajları yapıyordum. Çok faidelerini gördüm, teşhislerim daha çok isabetli oluyordu. Bazılarından sembolik bir ücret alıyordum. Tahliller çok zaman alıyordu. Bana gelen hastaları önce benim hastam olup olmadığını inceliyordum. Benimle ilgili ise uzun bir müşahede alıyor, daha önce geçirdiği hastalıkları, aldığı ilaçları, varsa eski reçete, filim ve teklikleri görmeye çalışıyordum. Bulduğum fizik bulgularla beraber tanı koyup tedavi etmeye çalışıyordum. İyi neticeler alıyordum.
     Tahlil ve tetkiklerime rağmen tam teşhis koyamadığım veya illa yatması gerekecek kadar ağır olan hastaları da Rize de bulunan ilgili arkadaşlara gönderip yatırarak tetkik ve tedavilerini rica ediyordum. O arkadaşlarım hastayı yatırıp tedavi ediyorlardı.
      O tarihte Rize devlet hastahanesinde dâhiliyede Dr. Süleyman Bey, Cerrahide Dr. Kerim Vardal, K.B.B. de Dr. Adnan Şerifoğlu, Asabiye, sınıf arkadaşım Dr. Saffet İlhan, vs. pek çok deneyimli ve değerli meslektaşlarım vardı. Tahliller yaptığım halde gönderdiğim hastalardan hiçbir ücret almazdım. Tahlilleri ve ihtimal teşhislerimi hastalara verip gönderir, yatırmalarını rica ederdim. Zamanla arkadaşlarla iyice kaynaştık. Gönderdiğim hastayı mutlaka yatırıp tedavi ederlerdi, çıkınca da bana, buluntularını kısaca teşhisle yazarlardı. Benden başka bu sistemi uygulayan yoktu. Sonradan operatör Dr. Ali Yücel arkadaşım, Rize’ye geldi. Pek çok hastamı başarı ile ameliyat etti.
     Bazen günde bir, bazen iki-üç arada da günde beş hastayı muayene eder, aradığım kriterleri bulamaz, aynı gün, peş peşe 5 hastayı Rize’ye gönderirdim! Bunu Türkiye’de yapan bir doktorun bulunduğuna inanmıyordum. O kadar hastaya en az muayene, tahliller, müşahede için 2 saat harcar, 5 kuruş almazdım. Önceleri hastalar sıra bekler, kaç hasta baktığımı sayar, şu kadar ücret aldı diye hesap ederlerdi. (1963te vizite 20 TL idi.) Sonradan anladılar ki tam teşhis koymadan geri çevirmiyor, ya tedavi edecek, ya gönderip yatırıp tedavi ettirecek. O zaman hastalarım daha güvenle gelmeye başladılar, inandılar. Bu uygulamayı benden başka uygulayan yoktu: İYİ Kİ YAPMIŞIM
     Şimdi diyorum ki: 25 senede eğer tek bir hastamı bilerek, tam tanı koymadan ilaç yazıp, para alıp geri göndermiş isem, 25 sende aldığım bütün paralar bana ve çocuklarıma haram olsun..! Bunu tanrının huzurunda söyleyebilecek çok az insan vardır. Ama bütün dikkatime rağmen elbette ki, tanıda aldandığım vakalar da olabilmiştir. Bu aldanmaların meşhur hocalarımızda bile zaman zaman hepimiz görmüşüzdür. Her doktor bazen aldanabilir. Bana intikal eden hiçbir vaka olmamıştır.
     Bütün mesleğim boyunca bu uygulamaya devam ettim, iyi de ettim. Bizim doğu Karadeniz insanımız kadir kadir şınas insan çok yerde yoktur. Yapılanı asla unutmazlar! Ve sizi özlerler, severler!
     Benim Pazarda olduğum yıllarda, ülkede sağ-sol çatışmaları vardı. Sık sık ölenler oluyordu. O sıralar Ankara’da çalışkan bir sınıf arkadaşım, ihtisas yapamadı. Necati Çimen: Yenidoğan’da muayene açtı, 20 sene çalıştı, çok zeki ve başarılı idi. Bir gün 4-5 kişi gelip büyükçe bir para istiyorlar. Arkadaş diyor ki: Ben pratisyenim o kadar para bulamam. Yok, bul diyor, gitmiyorlar! Mecburen gidip tanıdığı bakkal, kasaptan borç para alıp veriyor, gidiyorlar. On beş gün sonra aynı kişiler gene gelip iki mislini istiyorlar. Param yok borcumu altı ayda ancak öderim diyor, gitmiyorlar. Orada Necati Çimeni öldürüp gidiyorlar. Gazeteler katilleri bulunamadı diye aylarca yazdı. Çok yazık oldu. Aşırı uçların hepsi birer pisliktir.
     Bana da Pazarda başkası adına mektup yazıp büyük bir para istediler. Vermezsem öldüreceklerini yazdılar. Her gün bir olay oluyordu. Bir süre sonra korktum. Gece hasta geliyordu, yalnızdım. Sık sık gece-gündüz köylere, hastaya götürüyorlardı. Olaylar artınca huzurum kaçtı. Korktum!
     Pazarda günde 10-20 hastayı bırakıp 1980lerde Ankara’ya geldim. Meşrutiyet caddesinde muayenehane kiraladım. Beni tanıyan hemşerilerim, SSK Dış kapı Hasta hanesine gidip rahmetli Dr. Arkadaşım Mustafa Şimşeğe muayene oluyorlardı. 2-3 günde bir hasta geliyordu. Sağcı-solcu militanlar orada da beni rahatsız ettiler. 5. senem Ankara’da boşuna heba oldu. Muayenehanemin kirasını ve aidatını ancak ödüyordum! İhtilal oldu!
     Beş sene sonra ortalık gene düzeldi. Arkadaşım İsmail Bey gene geldi. Eşyalarımı otobüsle gene Pazara götürdü. İkinci defa Pazara gitmiş oldum. Ortalık düzelmişti. Sağ-sol kavgası yoktu. Millet rahat etmişti. Gelen hastalar istenen tahlilleri yaptırabiliyor, yazılan ilaçları alabiliyorlardı. Hamallara bakar, ilaçlarını verirdim, arabama alırdım, iyi insanlardı.
     Bu arada bölgede yeni bir sorun çıkmıştı. O tarihe kadar hep kapalı olan sarp sınır kapısı açılmıştı. Giriş çıkışlar serbest olmuştu. O kadar methettikleri komünistler rejim altında koca Rusya’nın insanları aç kalmışlardı. Millet geçinemiyordu, iş bulamıyor, çalışamıyordu! Öğretmen, doktor, ayda 50 dolar alıyordu. Vitrinler boşalmıştı, üretim durmuştu!
     Hudutlar açılınca yüzlerce binlerce insan doğu Karadeniz’e yayıldı. Bilhassa kadınlar, en ufak şehir ve kasabalara yayıldı, otellerde para kazanmak için kendilerini pazarlıyorlardı. Oteller doldu. Bizim ufak pazarda bile 20-25 tane gazino-disko açıldı. Çoğu eğitim görmüş okumuş insanlar kendilerini pazarlıyorlardı. Kadınlar, kızlar çok genç ve çok da güzeldiler. İnsanlarımız, aç kurtlar gibi onlara saldırdılar. İşler durdu, kimse hastasını doktora veya hastahaneye götüremiyordu. Evlere kimse yiyecek almıyor, her gün onların peşinde dolanıyorlardı. Hastalar evde kalıyor, acılar içinde kıvranıyorlardı!
     Dolayısı ile biz de işsiz kaldık. Memleket inanılmaz duruma düşmüştü. Çok utanç verici olaylar oluyordu. Günde 1-2 hasta bile gelemiyordu. Çay paraları nataşalara gidiyordu. 1993 senesinde, Anakaradaki dairelerin kiralarından birikmiş parayı Pazara getirdim, vergimi ödedim. Bu bana çok ağır gelmişti.
     Maalesef çok sevdiğim mesleğime son vermek zorunda kaldım. 1993 yılı sonunda doktorluğu bıraktım. Pazardan ayrılmak zorunda kaldım.2000 senesine kadar çalışmayı ümit ediyordum, gene Ankara’ya döndüm. Artık işsizdim, hekimlik sona ermişti. Çok çok üzgündüm!
     Yazları Didim’e gidip bir ay kalıyorduk. Bazen de memlekete gidip hasret gideriyor, çocukluk anılarını tazeliyorduk. Köyümüzde tabiatla baş başa, çeşitli meyveleri dalından koparıp tatmanın zevki bambaşkaydı. Bazen de Pazara iner, yeğenim Nurhayat’ta birkaç gün kalır, eşi, dostu, eski hastalarımı görüyorduk. Bu anlarda ben ve hastalarım çok mutlu oluyorduk.
     Pazarda 3 sene ortaokul talebesi olarak, 25 sene de doktor olarak yaşadım. Pazar benim için, acı-tatlı anılarla dolu, Türkiye’nin en güzel ve en değerli köşesi , ATİNADIR…!
ATİNA: Yunanistan’ın başkentidir. Ama kız kuleli pazarı Atina’ya benzetmişlerdir.
 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
17 Yorum
İlgili Haberler